SEZAİ KARAKOÇ’UN TEZİ

Kâzım SAĞLAM

Sezai Karakoç’un Şahsiyeti

Sezai Karakoç çok yönlü bir şahsiyet olduğundan anlatılması epey zordur. “O, ulu hocaların öğretmediklerini öğreten öğreti ustası, bir haberci, bir muştucudur.” der Arif Ay.

Sezai Karakoç’la alakalı yüzlerce sayfa yazılmış, kitaplar kaleme alınmıştır, sağlığında hakkında doktora yapılmış ender kişilerdendir.

Hayatı, kişiliği, sanatı, davası, düşüncesi, kâinata ve eşyaya bakışı ayrı ayrı ele alınması gereken hususlardır. Her bir kitabı ve ileri sürdüğü tezleri tek tek ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

İleri sürdüğü tezlerin kaynakları, etkilendiği düşünürler, birer birer tesbit edilmeli, zaafları, meziyetleri ortaya konulmalıdır.

Biz burada kendi zaviyemizden Sezai Ağabey’i değerlendiriyor, anlamaya ve anlatmaya çaba sarf ediyoruz.

Karakoç’un, İslamî camiada yeteri kadar anlaşıldığı kanaatinde değiliz. Ona yöneltilen tenkitlerin kısm-ı azamisi sathi ve kasıtlıdır. Az bir çevre de her dediğini haklı bulma temayülündedir.

Dolayısıyla Sezai Karakoç’a yöneltilen bazı tenkitlere de burada yer verilecektir.

Bu değerlendirmemizde Sezai Ağabey’in sanatına, edebî kişiliğine fazla yer vermeyeceğiz.

Öncelikle şunu belirtelim ki, Karakoç bir meseleyi ele aldığı zaman ne demek istiyorsa onu istediği gibi dile getirme becerisini gösterendir. Sade, rahat ve herkesin anlayabileceği bir formda sunmasını bilir. En girift meseleleri çok açık ve sarih bir şekilde izah etmede söz gücünü kullanabilen ender şahıslardandır.

Şiiri başlı başına ele alınması gereken bir yeni şekildir. Onun şiiri hem yeni hem eskidir. Kadim düşünceleri modern şekilde bize sunabilmiştir.

Eserlerinde İslamî referanslara çokça atıf vardır.

Çoğu zaman şair kimliğiyle öne çıkarılır. Hâlbuki o bir dava ve düşünce adamıdır.

O’nun 4 yaşından beri zihnini meşgul eden imandır, İslam’dır. Nitekim, “Bin yıllık ömrüm olsa, ömrüm boyunca konuşmam ve yazmam nasibimde varsa, hep Müslümanların birleşmesinden, bir araya gelip şuurlu birliklerini oluşturmalarından bahsederim. Bundan bıkmam ve yılmam. Çünkü bundan daha büyük bir dava bilmiyorum. Tüm faaliyetim İslam’ın bir savunmasıdır.” idealiyle yola çıkmıştır.

Karakoç’un yaşadığı devri hesaba katmadan onu anlamak zordur.

O zaten zor bir adamdır. Onunla uzun boylu beraberlik de zordur. 1933 yılında Ergani’de dünyaya merhaba demiş bir insanı değerlendiriyoruz. 1930’lu yılların Anadolu insanının tüm temiz yürekliliğini, insanî özelliklerini ve o tarihlerde yaşanan felaketlerin izini de taşır. Yoksulluk, harbin bıraktığı yıkım ve akabinde kurulan yeni cumhuriyetin getirdiği sarsıntıyı da hesaba katmalıyız.

Düşünürümüz; tek parti dönemini, çok partiye geçişi, 27 Mayıs ihtilalini, 12 Mart muhtırasını, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı fiilen yaşamış ve bunların ruhunda etkisini hissetmiştir. Sezai Ağabey’i anlamaya çalışmak o devirleri birebir anlamaya çabalamakla da alakalıdır. Tarihten ve coğrafyadan kopuk bir Sezai Karakoç tasavvuru eksik kalır.

Zemin ve zaman Karakoç’ta önemli bir yer tutar; bunu anlayamayanlar Karakoç’u millîci, devletçi, yerelci sanırlar. Hâlbuki bu yanılsamadır.

Biz burada Sezai Karakoç’un iki ana düşüncesini ele alarak değerlendirmek istiyoruz. Diğer fikirlerini de bu iki düşünce etrafında değerlendirmeye tabi tutmak istiyoruz.

1-Sezai Karakoç’un Medeniyet anlayışı

2- Sezai Karakoç’un Diriliş Tezi.

Sezai Karakoç’un Medeniyet anlayışı

Karakoç’a göre iki tür medeniyet vardır: Ak Medeniyet ve Kara Medeniyet.

Bu konuda şunları söyler:

“İnsanlığın var olduğu andan bu yana iki medeniyet çarpışmaktadır. İyinin medeniyeti ile kötünün medeniyeti. Doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin medeniyetleri. Tûba medeniyeti ile zakkûm medeniyeti. Bal ile zehir… bunların ayrılmasından, çarpışmasından doğan iki medeniyet.

“Öbürüne de medeniyet diyorum. Çünkü o da örgütlenmiş, güçle donanmış, hatta kendisini haklı görmenin felsefesini düzenlemesini bilmiştir.

“Ak inanca karşı “felsefe” adı altında kara felsefeyi, ruha karşı maddeyi, ulviye karşı süfliyi, huzura karşı sıkıntıyı, ahenge karşı kaosu çıkarmıştır kötünün medeniyeti.

“Gerçek medeniyetin doğum yeri, bugün Ortadoğu dedikleri bölgemizdir. O medeniyetin tek devamcısı, tek varisi de İslâm Medeniyeti’dir.

“Batı Medeniyeti dediğimiz Avrupa Medeniyeti, Doğu’nun, hakikatin ve peygamberlerin medeniyeti olan İslâm Medeniyeti’nin karşısına dikilmişse, bu, insanlığın doğuşundan bugüne kadar gelen savaşın süreğinden başka bir şey değildir.

“Peygamberler medeniyetinin süreği olan medeniyetimiz, İslâm Medeniyeti, Ortadoğu kültürü, günümüzde yine böyle bir kader saatinin önünde gelmiş durmuştur.

“Uzun süreli bir kış uykusuna, ölüm uykusuna mı dalacak, yoksa ayağa kalkarak, diriliş baharının yağmurlarına doğru mu yükselecek, işte bunun kararını verme günü gelmiş çatmıştır.

“Kaçmak bir kurtuluş olmayacak, batış olacaktır.”

Karakoç’un Ak Medeniyeti, İslam Medeniyeti, vahiy medeniyetidir. Bu vahiy Medeniyeti Hz. Adem ile başlayan hakikat medeniyetidir. Hz. Adem ile başlayan İslam nasıl gelişerek ve insanlığı eğiterek sonunda Hz. Peygamber’in gönderilmesiyle son din İslam olarak şekil almışsa hakikat medeniyeti de öyle. O da gelişerek İslam Medeniyeti diye insanlığa sunulmuştur.

“İslam has ismiyle de cins ismiyle de kitap medeniyetidir… Kitabın yolunda yürüyen insanın ve tarihin medeniyeti.” (Sütun, s.185)

Sezai Ağabey’e göre medeniyetimizi ikiye ayırmak gerekir Birincisi; ideal medeniyet, ikincisi reel medeniyet.

İdeal Medeniyet

İdeal Medeniyet; Asr-ı saadette inen Kur’an’ın uygulandığı dönemdir. Bu dönemdeki medeniyette İslam bilfiil uygulanmış ve örneklik teşkil edecek bir hal arz etmiştir. Bundan sonra gelecek her oluşum kendini buna göre ayarlayacak. Doğruluk ve yanlışlık buna göre tayin edilecektir. Bu donuk ve câmid bir medeniyet de değildir. Hayy ve Diri tarafından belirlenen bu numune medeniyet; diri ve dirilticidir.

“İslam kaç medeniyet hamlesi yapmıştır, bir düşünelim ve geleceği tarihin bu açısından görelim. Medine Medeniyeti temeldir ve başlangıçtır. Sonra Şam ve Bağdat sitelerinin medeniyet hamleleri gelir. Endülüs Medeniyeti, İslam Medeniyeti içinde başlı başına bir şubedir. Selçuk Medeniyeti, Osmanlı Medeniyeti, Maveraünnehir Medeniyeti birer varyasyondur. Bir de İslam’ın ruhu vardır ki bu medeniyetleri ören, doğuran odur... İslam ruhu gittikçe canlanarak dirilecektir.” (Sütun, s.282)

“Peygamber ve halifeler dönemi, doğrudan doğruya vahiy medeniyetinin insanda ve eşyada gerçekleşmesi oldu. (Çağ ve İlham, s.335-36)

Bu ideal medeniyeti insanlığın anlaması, kurtuluşunu mucibdir.

Kurulacak her medeniyet ve devlet bu ideal medeniyetle kendini test etmelidir. Medeniyetin doğru yolda olup olmadığı bu medeniyete uygunlukla tayin ve tespit edilir.

Bunu sağlamakla görevli olanlar, kalıcı olanla geçici olanı ayıracak kadar uyanık olmalı, ne büsbütün geçmişe gömülmeli ne de geçmişi yok sayarak modern dünya şartlarına teslim olmalı.

Reel Medeniyet

Reel medeniyet; ideal medeniyetten neşet eden ve fakat gittikçe uzaklaşan bir anlayıştır. Zaman ve zeminin izlerini fazlasıyla taşıyan bir medeniyettir. Emevi Medeniyeti, Abbasilerin kurduğu medeniyet ve en son Osmanlı Medeniyeti birer vakii medeniyettir. Bunlar reel medeniyetlerdir. Birer örnek değil. Yani yeni medeniyet inşa edecek olanlar bu vakii medeniyetleri örnek alamazlar. Örneklikleri ideal medeniyettir. Fakat vakii medeniyetin tecrübesinden de yararlanırlar. O tecrübelerden ders çıkarırlar. Aynısını taklit yanlış olur. Çünkü örnek Kur’an ve Peygamberdir. Yani Kur’an ve Sünnet.

Mimariden şiire, fıkıhtan tasavvufa, cebirden, sosyal yapılanmaya tüm hayatı ihata eden bir hayat görüşüdür Sezai Karakoç’ta medeniyet.

O, medeniyetin kendi iç farklılıklarını bir zenginlik olarak görür. Birbirini nakz eden, biri diğerini dışlayan anlayışı hoş karşılamaz. Onun gözünde İbn Arabî ile İbn Teymiye birer medeniyet inşacısıdırlar. Seyyid Kutub’u da Said Nursi’yi de kucaklar. Her türlü İslamî anlayışı savunur. Özünde neye meylettiği çok mühim değildir.

Selimiye Camii de bir medeniyet ürünüdür, hat sanatı da, fıkıh birikimi de.

Sezai Ağabey, cemaate ve tarikata karşı değildir, ama yanlış anlamaya ve yanlış yönlendirmeye açıkça karşıdır. Bu meyanda şöyle der:

“Benim görüşüme göre, Müslümanlar tek millet, tek ümmet, tek cemaattir. Kişilerin tarikatları ve özel toplulukları olursa, bunları taassup derecesinde mübalağalı bir ayırım sebebi yapmayı ve diğer cemaat ve tarikatta olanları küçük görmeyi ya da kendi cemaatinde olmayanları itham etmeyi tasvip etmedim ve etmem. Bu yüzden bu tür cemaatlere ve tarikatlara girmedim.” (Hatıralar, Diriliş 111-112, 31 Ağustos 1990)

Sezai Bey tarikatları teorik olarak kabul eder ve fakat tarikat ehli olmayı kabul etmez, belki hafif görür.

Sezai Karakoç, İslam medeniyeti içinde bu ülkenin katkısını bir nevi açığa çıkarmak ve savunmak konumundadır. Osmanlının İslam’a yaptığını dile getirmek her ümmetçi insanın vazifesi olmalıdır. Karakoç bunu üstlenmiş gibidir. Osmanlıyı savunmak, yanlışlarını kabul etmek olamaz. Sezai Ağabey’e bu hususta yöneltilen tenkitlerden biri; onun Osmanlıyı çok fazla savunmasıdır veya Osmanlıyı büyütmesidir.

Burada da bir yanlış anlamada ısrar vardır. Osmanlı tabii Asr-ı saadet değildir. Ama İslam’a ve Müslümanlara yaptıkları katkılar da inkâr edilemez. Batı Medeniyeti karşısında en son duran, İslam Medeniyetinin savunucusu Osmanlıdır. Batı ile hesaplaşmayı göze alan herkes Osmanlıya atıfta bulunmak zorundadır. Belki de Karakoç, Medeniyet perspektifiyle olayları değerlendirdiği için, İslam’ı dış dünyaya karşı savunduğu için, Batı Yakasına karşı ülkesini (İslam dünyasını) savunduğu için Osmanlıyı önemsemiştir.

Osmanlının çöküşünden sonra tekrar bir medeniyetin inşası Karakoç’un ana meselesidir. O bu yeni medeniyetin temel taşları için kafa yorar. Yeni medeniyetin baş düşmanı Batı Medeniyetidir. O daima Batı Medeniyetiyle, Batılı değerlerle savaş halindedir.

İslam Medeniyetinin son temsilcisi de Osmanlıdır. Dolayısıyla Osmanlıyı savunmak ırki bir savunma değil, İslamî bir savunmadır.

Ona göre İslam devleti de İslam Medeniyetinin bir parçasıdır. Aslolan devlet değil medeniyettir. Erke susamış, horlanmış bir zihin taşıyanlar, Sezai Karakoç’un bu ileri görüşlüğünü anlamakta sıkıntı çekiyorlar. Dünyada etkili olmak sadece maddi güçle alakalı değildir. Maddi güç bugün vardır, yarın olmayabilir. Ama kültürle, eserle, insanî değerlerle, ayakta kalan medeniyetler, hakkaniyetle insanlığın önüne çıkanlar, daima var olacaklar ve onların varlıkları sahicidir. Var oluşu kaba güce ve devlet erkine bağlayanlar veya var olmak için mutlaka zalim de olsa devlet diyenler, dolaylı bir şekilde devleti kutsayanlardır. Devleti kutsamakla devletin var olmasını gerekli görmek çok farklıdır.

Sezai Karakoç, İslam devletini gerekli görüyor ve fakat her şeyi devletten ibaret kabul etmiyor.

Devleti çok önemseyen Seyyid Kutub da Sezai Karakoç’tan farklı düşünmüyor. Kutub’un altını çizdiği yerden Karakoç devam ediyor. Devletin ayakta kalabilmesi gene medeniyetin varlığına bağlıdır. Osmanlının çöküş nedeni de belki budur. Yani medeniyetini yenilememesidir.

“Medeniyetimizin çağımızda bir tekniği, bir sanat ve estetik ifadesi, bir düşünce dinamiği, bir bilim ağı olmalı ki Batı uygarlığı ile savaşabilelim ve benliğimizi koruyabilelim.” (Diriliş Neslinin Amentüsü, s.30)

Hatta kurtuluşumuz için bazı teklifleri bile vardır: “Çağımızdaki Hakikat Medeniyeti ağır sanayi ile korunabilecektir.” (Diriliş Neslinin Amentüsü, s.50)

Dinin diri ve diriltici ruhunu kaybeden bir devlet çöker. Karakoç bunu fazlasıyla yaşamış ve hissetmiş bir medeniyetin evladıdır.

O kötümser değildir, her zaman İslam Medeniyetinin yeniden neşv ü nema bulacağına inanır. “Aslında bizim medeniyetimiz büyük bir yara almış, önemli bir buhran dönemine girmiştir. Fakat batmamıştır. İslam dünyasındaki bütün toplumları ayakta tutan hâlâ İslam Medeniyeti ve İslamî hayattır. Ondan koptuğunu sananlar bile henüz onun nimetlerinden faydalanmaktalar. (Sur, s.29)

Karakoç, İslam’ı ve İslam Medeniyetini insanlık için tek kurtuluş yolu olarak görür.

Sezai Karakoç’un Diriliş Tezi

Her düşünürün ve dava adamının bir ideal nesli vardır. Peşinde olduğu davanın kimler tarafından yürütüleceği endişesini taşır mütefekkir.

İdealini gerçekleştirmek için nesil oluşturur. Kimi bunu fiiliyata döker, dökebilir. Kimi sadece değinir, işaret eder ve tarihe bırakır.

Tarihte her iki tipin örnekleri vardır. Mehmet Akif’in Asım’ı, Tevfik Fikret’in Haluk’u, İkbal’in Câvid’i… Karakoç’un da Taha’sı vardır.

Bir de Hasan el-Benna gibi, Said Nursî gibi, Mevdudi gibi önderler vardır.

Bunlarla Karakoç’u karşılaştırmak yanlıştır. Çünkü farklı alanlarda davalarını yürütüyorlar. Sayılanların ve İslamî çalışma yapıp da zikir edilmeyenlerin hepsinden Karakoç yararlanmıştır. O manada Sezai Ağabey mütevazıdır. Ben büyüğüm demez. Cemil Meriç’in yaptığı gibi.

Yunus Emre’nin, Mevlana’nın, Hacı Bektaş-ı Velî’nin, Hacı Bayram-ı Velî’nin, Şeyh Gâlib’in, Fuzûlî’nin 20.yüzyıldaki görüntüsüdür. “Mehmet Akif Ersoy biten bir dönemin son savaşçısıydı, bizler de yeni bir dönemin ilk savaşçısıyız” ifadesi de ona ait. Necip Fazıl ve “Büyük Doğu”dan sitayişle bahseder. Yeni bir solukla, bu zirvelerle gelecek nesillerin irtibatını sağlamaya çalışır.

Karakoç, Akif’in tamamlayıcısıdır. Akif’in görevini o tamamlama niyetinde ve gayretindedir. Akif çalkantıların çok olduğu, savaşların fiili bir savaş olduğu dönemin adamıdır. Karakoç hile ve desiselerin, münafıklığın ve dini bozmanın hüküm sürdüğü devrin adamıdır. Akif fiiliyata mecbur bırakılmış, feryadı, İslam coğrafyasına düşen ateşi söndürmek içindir..

Karakoç yangın sonrası harabelerden, küllerden bir İslam evi, İslam ümmeti inşa etmek derdindedir ve vazifesi, yanmış harabelerin küllerden hisar oluşturmaktır.

Akif’in nesli namusu çiğnetmemek için yedi düvele karşı savaştı ve namusu çiğnetmedi. Onun nesli şehitlik üzere bina edilen bir nesildi. Akif’in neslini Peygamber kucak açarak Cennet’te bekliyordu.

Karakoç’un Taha’sı ise yarasalarla savaşıyor. Karanlıkla, zulümle, inkârla, ilhadla, cehaletle, felsefeyle, dini bozmaya kalkan modernlikle, ruhu inkâr eden maddecilerle savaşıyor.

Sezai Bey’e göre diriliş İslam halkların dirilişidir.

İslam düşüncesinin dayanması gereken değişme ilkesinin hem özgün, hem çağdaş bir ifadesi “Diriliş” kavramındadır. Sezai Karakoç’un önerdiği bu kavram özgündür, esas itibariyle İslam’ın kutsal metni ve tarihi uygulamalarının özünden çıkarılmıştır. Çağdaştır, çünkü 20.yüzyıla damgasını vurmuş kapitalizm ve sosyalizmle hesaplaşma içerisindedir.

“İslâm kendisi ilk defa bir hakikat getirmemiş. Kendisinden önceki mesajları özgün şekilleriyle diriltmek için gelmiştir. Kendi iç mantığı Dirilişe dayalıdır.”

Sezai Karakoç kendine özgü bir ekol kurmuştur. Bu ekolün temel dinamiğini oluşturan düşünce sistemi İslam’dır. Ancak, İslam’a yeni bir yorum getirmiş, çağı İslam’a ayarlamaya çalışmış, dini; varlığın temel kaynağı, dünya görüşü olarak anlamış, geliştirdiği bu düşünce akımına da Diriliş adını vermiştir..

Diriliş yeniden inanmak, yeniden düşünmek, yeniden duymaktır. Hayata yeniden anlam kazandırmaktır. Kurtuluş için insanın içine girdiği değişimdir. Diriliş insanın İslam’la dirilmesi, İslam’la kurtulmasıdır.

Çağımızın ilâ-yı kelimetullah savaşçısı olan diriliş erleri, gayelerinin gerçekleşmesi için meşru her yolu kullanacaklardır. “Diriliş eri bilir ki ekonomi kültürün eşyaya dönük yüzüdür. Nasıl ki, hafif kültürle ağır sanayi olmaz. Onun için ruhunu Allah’a teslim etmiş olan Müslüman ibadetin ağır ve kalifiye elemanı olduğu gibi, onun topluma ve tarihe dönük yüzü olan ve ağır kültürün yolcusu ve eşya ve tabiatın çevik yüzü olan sanayinin ve tarımın sayı ve para diliyle ifadesi olan ekonominin ağır görevlisi ve işçisidir.” (Diriliş Neslinin Amentüsü, s.51)

O her şeyi yeniden diriltmekle uğraşıyor.

Diriliş nesli dengelidir, mana ve maddeyi beraber yürütür, meşhur deyimle çift kanatlıdır.

“İslam Medeniyetinin zahiri ilim ve yapı cephesi gibi iç manevi yapı cephesini de tanımaya, bilmeye çalışırım. Manevi yapıyı inkâr edenler veya gereğinden fazla darlaştıranlar bir gün materyalizme saplanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır. Aynı şekilde İslam’ın toplum düzeni ve fert yaşayışı için buyurduğu kurallara uymayanlar veya bunları kendileri batın (mübarek ve kutsal) adamı olduğu iddiası veya İslam’ın büyüklerinden birine bağlılıkları bahanesiyle inkâr edenler, Bâtınîliğin düştüğü vartaya düşmekten kurtulamayacaklardır. Ruhumuzu bu iki aşırılıktan sapmadan korumaya çalışmamız gerekir…” der. (Diriliş Neslinin Amentüsü, s.51)

Diriliş eri ümmet bilincine sahiptir.

"Müslümanlar, coğrafyalarını tarihlerini birleştirme, bu yolla da tek bir kültüre erme zorundadırlar. İslam uygarlığının yeniden dirilişine katkıda bulunma, gücü ölçüsünde her Müslümanın borcudur. Müslümanların birlik ideali her gencin gönlüne silinmez bir biçimde yerleşecektir. Müslümanların politik birliğe doğru koşmaları hayat-memat meselesidir. Diriliş erinin çağdaş ülküsüdür.

“Birlik için coğrafi durum çok müsaittir. İslam ülkeleri birbirine bitişik yapışık durumdadır. Afrika’nın bir ucundan Filipin Adalarına, kesiksiz bir şekilde uzanmaktadır, öz ülke. Aradaki sınırlar, bölünmüşlükler politiktir. Merkezi, çekirdeği Ortadoğu dedikleri bölge olmak üzere, tek ülke ideali diriliş erlerinin toprak, yurt ülkülerinin ifadesi olmaktadır.

“İslam terminolojisinde (Dâru’l-İslam) olan bu ifadeyi biz ülke kelimesiyle belirliyoruz. Tarih birliği ise geçmişte büyük İslam devletlerinin kurulmuş bulunması sebebiyle mevcuttur. Ancak yüzyıldır ki, bu birlik boyuna parçalanmıştır. Kültür birliği sağlanırsa tarih birliği de yeniden kendiliğinden kurulmuş olacaktır. O halde diriliş eri ülküsünün, yani diriliş idealinin ikinci unsuru kültür birliğidir. Özülke ve kültür birliği idealleri millet ideallerinin doğmasını sağlayacaktır. Diriliş idealinin temeli de bu millet idealidir. Millet doğunca artık Hakikat Medeniyeti demek olan İslam Medeniyetinin dirilişi gerçekleşmiş olacaktır. " (Diriliş Neslinin Amentüsü, s.59-60)

Diriliş neslinin müntesibi bir İslam savaşçısıdır, bu çağın gereklerine göre savaşandır, bu yönüyle Karakoç’a çağdaş dava adamı ve savaşçısı denilebilir.

“İdeal İslam’la çağdaş olmaya çalışmalı sürekli olarak. Geçmişteki İslam yaşantısına hayran olmakla yetinmemeli, o yaşantıyı bugünde de gerçekleştirmeyi bir görev bilmeli. Başkalarına resmen veya fiilen köle olmayı kendi Müslümanlığıyla bağdaştırmayıp özgürlüğünü kazanmak için ölünceye kadar savaşmayı İslamlığın, Müslümanlığın gereği bilmeli. Bunu nefsine ait bir gurur sebebi değil, içinde bulunduğu Müslüman sayılmanın kaçınılmaz bir gereği bilmeli.” (Diriliş Neslinin Amentüsü, s.27)

Karakoç’a göre, “İdealsiz yaşamak bir ölümdür.”

Diriliş çalışma yoludur. Ucuzculuk yoktur.

“Diriliş olamadıkça İslam âlemi dirilmez. İslam âlemi dirilmedikçe insanlık dirilmez. Sürekli olarak bu gerçeği söyleyeceğiz

….

Diriliş bizimle başlamadığı gibi bizimle bitmeyecektir. Diriliş İslam ruhunun yeniden insanlığa dönüşü, sürekli dönüşü demektir. O ruh olamadan düşünce, o ruh olmadan eylem kısa bir süre sonra kurumaya başlar.”

Yitik Cennet adlı çalışmasında dirilişin temellerini belirtmiş ve peygamberlerin tek dava güttüğünün altını çizmiştir.

Bu ‘diriliş’ tanımı; İslam Medeniyetinin bir daha dirilemeyeceği fikrinin zihinlerde yer tuttuğu bir dönemde Sezai Karakoç tarafından ifade edilmiştir.

Karakoç’un bir de İslam Sitesi vardır, bir nevi düşünce sisteminin gerçekleştirildiği yer, vatan, devlet. Biraz ideal, biraz temenni, ama uygulanabilir bir anlayışı barındıran bir ideal.

“İslam Sitesinde, eşitliği bir pay dâhilinde ve içgüdülere aykırı olmayacak bir şekilde sağlayan bu atmosferin paydalarını başlıca dört grupta toplayabiliriz.

1- İslam Sitesinde her kişinin yaşama tarzına çizilen sınırlar, verilen standart aşağı yukarı kendiliğinden bir tüketim eşitliği doğurmaktadır. Lüks haramdır. İsraf ve gösteriş yasak…

2- Faizin yasak edilmesiyle emeksiz kazanca prensip olarak set çekilmiştir. Kazanç emeğe dayanır.

3- Zekât verme mecburiyeti her şeye rağmen biriken sermayenin, tabii yolu zedelemeyecek ve insanı çalışma içgüdüsüne aykırı olmayacak bir oranda sürekli olarak zenginlerden fakirlere doğru bir iktisadi kıymet akımı halinde akmasını sağlar.

4- İslam Sitesinde devlet, liberalist düzende olduğu gibi prensip olarak iktisadi düzene karışmayan, dolayısıyla zenginin bekçisi bir devlet olmadığı gibi, herkesin malını eline geçirdiği için eşyada ve insanda istediği tasarrufu yapan, karşısında maddi ve manevi hiçbir kuvvet bulunmadığı için insanın elinin kolunun bağlı olduğu komünist düzendeki gibi aykırı bir devlet de değildir.” (İslâm, s.70)

Diriliş neslinin bazı vasıflar

Diriliş nesli inkâr değil tahkik yolunu seçer. Bu yönüyle Said Nursi’yi andırır.

Diriliş nesli kimseyi küçük görmez, ama hiç kimseye esir de olmaz.

Diriliş düşüncesinde sanat- eylem arasında bir köprü vardır. Sanat eyleme dönüşmelidir,

Diriliş bir mekteptir. Bugün yetişmiş ve yetişmekte olan Müslüman aydınların çoğunun yetişmesinde “Diriliş Mektebi”nin dolaylı dolaysız etkisi olmuştur.

Diriliş insanı, vecd ve coşku insanıdır. Kuru ve asık suratlı değildir. Allah’a bağlanarak özgürleşendir. Putlaştırmanın her türlüsüne karşıdır. Put kırıcıdır.

Adildir, zalim olamaz ve zulme kendinden olsa dahi pirim vermez.

Akıllıdır ve fakat aklı putlaştırmaz.

Tarihi yeniden yorumlayandır. Klişeci değil, özcüdür. Diri ve dirilticidir, donuk ve statik değildir. Lafızcı değil, anlamcıdır. Zandan kaçınır, tahmin yürütmez, tahlile ve bilgiye önem verir. Kritik onda gözlemdir yani bir şeye tam emin olduktan sonra karar verir, objektiftir.

Uyumludur, retçi değildir. Tövbe eridir. Hakikat arayıcısıdır, ezberci değildir. Kadere inanır.

Benlik pürüzüne takılmaz.

Sezai Karakoç’un mizacında öne çıkan unsurlar şunlardı: Onurlu ve ağırbaşlı olmak, mevki makam peşinde olmamak, dünyevî hesaplar yapmamak, dedikodu, dalaşma, çelişki ve çatışmaların, güncel olanın uzağında kalmak.

Sezai Karakoç, eğer tarifine uygun bir İslamî hareketin içinde yaşasaydı daha farklı ve dinamik olurdu. Her şeyi tek başına örmek ve fiiliyata geçirmekle kendisini görevli sayması yüzünden geniş bir faaliyet alanına yönelmiş. Parti kurması da işte böyle bir ruh halinin tezahürüdür.

Onun değerini anlamak isteyenler; kendisini Ali Şeriati ile, İkbal ile, M. Akif ile karşılaştırmalıdır.

Klâsik İslâm anlayışına sıkı sıkıya bağlı ve ayni zamanda bu günün dili ile dini anlatabilendir.

Bu çağa uygun ve bu çağa kafa tutan bir adam.

Hiç yorum yok: