DİKTATÖRLER ÇAĞINDA SİYONİZM – 7

Leni Brenner Çev: A. Ünaltay

3. ALMAN SİYONİZMİ VE WEIMAR CUMHURİYETİ’NİN ÇÖKÜŞÜ

Alman Yahudiliği, (Kaiser, ç.n.) Wilhelm döneminin ayrımcılıklarına son veren Weimar Cumhuriyeti’ne derinden bağlıydı. Alman Yahudileri (nüfusun %0,9’u) genelde varlıklıydı: %60’ı işadamı ve profesyonel meslek sahibi, geri kalanı sanatkar, esnaf, öğrenci idi, çok azı fabrika işçisiydi. Çoğu liberal kapitalizm taraftarı olup %64’ü “Deutsche Demokratische Partei”a (DDP – Demokratik Alman Partisi) veriyordu. %28’i ılımlı Alman Sosyaldemokrat Partisi’ne (Sozialdemokratische Partei Deutschlands - SPD) oy vermekte olup geri kalanı sağa dağılmıştı. Weimar onlar için güvenli görünüyordu, çünkü Nazi oyları 1924’te %6,5’ten, 1928’de %2,6’ya düşmüştü. Kimse ilerdeki dehşeti göremiyordu.

1920’lerin sonuna dek Hitler zamanını çalışan sınıfı kendi Nasyonal Sosyalist alman Partisi’ne kaydetmeye çalışmakla harcamış, ama çok azı ilgilenmişti: Hitler savaş taraftarıydı, oysa onlar buna isyan etmişlerdi; Hitler grevlere karşıydı, oysa onlar sendikacılıkta iyi idiler. Depresyon sonunda kitleleri onun ardına taktığında gelenlerin çoğu köylülerdi, işçiler değildi. Weimar onlar için hiçbirşeyi değiştirmiş değildi, %27’si hala 1 hektardan az (4 dönüm) arazi ekiyor, diğer bir %26 5 hektardan az (20 dönüm) arazi ile geçiniyordu. Daha krizden önce dahi banka borçları nedeniyle bu kırsal kesim Hıristiyanları, yüzlerce yıldır bezirganlık ve tefecilikle özdeşleşen Yahudilere karşı kışkırtılmıştı. Hıristiyan kökenli profesyonel meslek erbabı ise, üniversite günlerinden kalma “Volkism” (milliyetçilik) etkisi altında olup, öte yandan esnaf büyük Yahudi marketlerinden gelen rekabetin baskısı altında Weimar'ı yöneten koalisyondan kopup Nazilere ilk katılanlar olacaklardı. 1928’deki %2,8’lik minik Nazi oyu 14 Eylül 1930’da %18,3’e çıktı.

Dindar Yahudiler geleneksel savunma örgütleri olan “Centralverein"a (Yahudi İnançlı Alman Vatandaşları Merkezi Örgütü) döndüler, ve ilk defa büyük Yahudi mağaza sahipleri (ki Nazi “Haki Gömlekliler”inin boy hedefi olmaya başlamışladı) “CV"a bağış yapmaya başladılar. Ama CV’ın geleneksel ve yaşlı liderliği kapitalizmin çöküşünü görecek halde değildi. Partileri DDR birden dişlerini gösterip antisemit “Staatspartei” (Devlet Partisi) haline dönüşünce şaşırıp kaldılar. Yine de CV’de daha genç kadrolar yaşlıları kenara itip gelen mağaza yardımlarını kullanarak SDP’nin anti Nazi propagandasını finanse etmeye muvaffak oldular. DDP’nin ihanetinden sonra Yahudi oylarının %60’ı SPD’ye döndü. Sadece %8’i Komünistlere gitti; onlar ise CV yardımlarından "Tanrı düşmanı” olmaları nedeniyle pay almadılar; gerçek sebep ise onların aynı derecede CV finansörlerine de düşman olmalarıydı.

Her Alman Yahudi örgütü Hitler’in yükselişini kendi özel aynasından izledi. Genç CV kadroları SPD’nin çalışan sınıfının ona sadık olduğunu ve Yahudilerin partiye her düzeyde kabul edildiğini gördüler. Ama anlamadıkları SPD’nin Hitler’i yenecek gücünün olmadığıydı. 1. Dünya Savaşı'ndan önce SPD dünyanın en büyük Sosyalist partisi ve Sosyalist enternasyonal’,in gururuydu. Ancak reformizmden öteye geçemedi ve Weimar cumhuriyeti boyunca Alman çalışan sınıfının Nazilere karşı koyabileceği sağlam sosyalist üssü inşa edemedi. Depresyonun başlangıcı lideri Hermann Müller’i Şansölye olarak yakaladı. Kısa süre sonra onun koalisyon ortakları, depresyonun yükünü işçilerin taşıması gerektiğine karar verdiler ve onu Katolik “Zentrumspartei” (Merkez Parti, ç.n.) ile değiştirdiler. "Açlığın Şansölyesi” iş sahibi mutlular üzerindeki vergileri artırarak işsiz milyonlara giderek azalan yardımlar sağlamaya çalıştı. SPD bunun intihar olduğunu biliyordu, ama Brüning’e tahammül etti; çünkü onun Hitler^’i koalisyona alıp kendilerini atmasından korkuyordu. İşsizlik yardımından kesintilere de aynı sebeple ses çıkarmadı. Brüning’in umutsuz orta sınıfa ise verecek hiçbirşeyi yoktu ve bunların çoğu kısa sürede haki gömlekleri giydiler. SPD saflarındaysa, Yahudi olsun, olmasın, herkes partilerinin küçülüp gitmesini seyretti.

Komünist KPD de kendi kendini devirdi. Lenin Bolşevizmi, Stalin’in “Üçüncü Dönem” aşırı soluna, Rosa Luxemburg’un Spartakusbund’u (Spartaküs Birliği, ç.n.) Ernst Thälmann’ın “Rote Front”una (Kızıl Cephe, ç.n.) yerini bıraktı. Bu hizipçilere göre kendilerinden başka herkes faşistti. Şimdi Sosyal Demokratlar da “Sosyal Faşistlerdi ve onlarla herhangi bir birlik mümkün değildi.

1930’da bu iki emekçi sınıf partisi birlikte Hitler’in %18,3’üne karşı %37,6 oy almıştı. Hitler durdurulabilirdi, eğer onlar Hitler’in haki gömleklilerine karşı fizik bir direniş cephesi kurup, hükümetin, kitlelerin hayat standardına saldıran politikalarına direnebilselerdi. 2. Dünya Savaşı’ndan beri Batılı araştırmacılar KPD’nin SPD’ye Stalinci fanatizmi nedeniyle ihanet ettiğini kabul ederler. Stalinist kampta ise görüntü tersineydi. SPD Brüning gibi bir boşboğaza güvenmekle suçlanıyordu. Ama bu olayın sorumluluğu her iki partidedir.

“Dolayısıyla Bize Karşı Mücadele Onların Hakkıdır”

Gerçi SPD ve KPD Hitler’in zaferinde sorumluluğun tamamına yakınını taşıyorlarsa da, bundan Siyonist "Vereinigung für Deutschland”a (Almanya İçin İttifak) da bir pay vardır. Gerçi alışılmış mantık Siyonistlerin, tersten Antisiyonist görüşleri nedeniyle, Yahudileri Nazi belasına karşı uyardıklarını varsaysa da, gerçekte bu böyle değildir. 1969’da Joachim Prinz (American Jewish Congress eski başkanı – gençliğinde ateşli bir ayrılıkçı Siyonist haham idi) hala şunu demekteydi:

“1922’de Walther Rathenau’nun 1922’de öldürülmesinden sonra kafamızda hiç şüphe kalmadı: Almanya’nın gidişi totaliter bir antisemit rejime doğru olacaktı. Hitler yükselmeye başladığında, ve kendi ifadesiyle alman milletini, kendi ırk bilinci ver ırk üstünlüğü konusunda “uyandırmaya” başladığında, bu adamın ergeç Almanya’nın lideri olacağına hiç kuşkumuz yoktu.” (1).

Ama, “Jüdische Rundschau” (Siyonist ZVfD’nin yayın organı) sayfalarında yapılacak titiz bir araştırmada bile bu kehanetlerden en ufak bir ize rastlanmaz. Kasım 1923’te Berlin’de bir açlık ayaklanmasında bir Yahudi öldürülüp birkaç yüz Yahudi dükkanı yağmalandığında, Kurt Blumenfeld (o zaman ZVfD sekreteri ve sonra başkanı) olayları hafife aldı:

“Çok kolay ve etkili bir tepki koyabiliriz… ama bunu yapmayacağız. Birileri Alman Yahudiliği içine korku salmak istiyor olabilir. Birisi bu provokasyonu kullanarak kararsızları yanına almak isteyebilir. Birisi Filistin ve Siyonizmi yurtsuzlara sığınak gösterebilir. Biz bunu yapmak istemiyoruz. Biz lafazanlıkla Yahudi hayatına ilgi göstermemiş olanları peşimize takmak istemiyoruz. Ama biz onlara kesin kararlılığımızla, Yahudi “galuth” (sürgün) hayatının temel yanlışının nerede olduğunu anlatmak isteriz. Onların ulusal bilincini uyandırmak isteriz. İsteriz ki, … sabırlı ve ciddi eğitimle onları da Filistin’in inşaına katabilelim.” (2).

Tarihçi Stephen Poppel, ki ZVfD’nin kesin düşmanıdır, kitabı “Zionism in Germany 1897-1933”te (Almanya’da Siyonizm, 1897-1933, ç.n.), 1923’ten sonra “Rundschau"nun … “1931’e dek, Yahudi karşıtı provokasyonlara sistematik olarak göz yumduğunu” yazar. (3). Öndegelen Siyonistler Yahudileri uyarmak ya da korumak şöyle dursun, Nazi karşıtlığına dahi itiraz ettiler.

Alman Siyonistleri WZO ideolojisini 1914-1920 arasında elden geçiren başlıca kesim olarak, bu fikriyatla ilgili şu kaçınılmaz sonuca vardılar: Diaspora Yahudiliğinin sonu yoktu. Antisemitizme karşı savunma yolu yoktu; Almanya’da Yahudi kültür ve cemaat kurumları geliştirmenin anlamı yoktu. ZVfD, içinde yaşadığı toplumdan yüz çevirdi. Artık sadece iki Siyonist amaç kalmıştı: Ne kadar Yahudi dinlerse o kadarında milliyetçi bilinç uyandırmak ve gençlerini Filistin kalkınmasına faydalı işlerde eğitmek. Bunun dışında her şey anlamsız ya da geçici idi.

1925’te en ateşli terk taraftarı olan Jacob Klatzkin (dev Encyclopaedia Judaica yazarlarından) antisemitizme Siyonist yaklaşımın kesin temellerini koydu:

“Eğer antisemitizmin haklılığını kabul etmezsek, kendi ulusçuluğumuzun da haklılığını inkar ederiz. Eğer halkımız kendi milli hayatını yaşamak isterse, o zaman o içinde yaşadığı başka ulusların içine girmiş bir yabancı varlık gibi olacaktır: Yabancı bir varlık; kendisi farklı kimliğinde ısrar eden, ve kendi hayat alanını kendi sınırlandıran. O halde başkalarının milli bütünlükleri için bize karşı savaşmaları haklıdır. Haklarımızı almak isteyen antisemitlere karşı savunma örgütleri kurmak yerine, bizim haklarımızı savunan dostlara karşı örgütler kurmalıyız.” (4).

DİPNOTLAR:

1. Herbert Strauss (ed.), Gegenwart Im Ruckblick (Heidelberg, 1970), s.231.

2. Stephen Poppel, Zionism in Germany 1897-1933, s.119.

3. A.g.e.

4. Jacob Agus, The Meaning of Jewish History, vol.II, s.425.

Hiç yorum yok: