Türkiye Nerede

Bugün dünya ölçeğinde bir kaos ve kriz yaşanmaktadır. Bu krizin sebebi ırkçı, sömürgeci, emperyalist güçlerin kontrolündeki modern Batı Uygarlığıdır. Bu uygarlık krizi evrensel hale getirmiştir. Bölgemizi ve hatta tüm dünyayı bir yangın yerine dönüştürmüştür. Krizin kökeninde son 200 yıldır dünyayı yönetmekle övünen anlayışın değer yargıları, insana, topluma, kâinata bakışı yatmaktadır. Kendi ırkından, kendi dininden, kendi yurttaşlarından olmayana, tabiata ve yaratıcıya düşman bu uygarlığın ne dünyayı yönetmesi ne de insanlığın sorunlarını çözmesi mümkündür. 11 Eylül saldırısının ardından, tüm hak ve adalet kavramlarını gözünü kırpmadan çiğneyen, kendisinden olmayanları en temel insani haklardan mahrum eden bu uygarlık; medeniyet, insan hakları, adalet, demokrasi ve barış kavramlarını kendi zalim hükümranlığını tesis etmek için sömürgecilik aracı olarak kullanmaktan da çekinmemiştir. Bölgemizdeki işgal ve savaş bunun en bariz kanıtıdır.

Bireyin menfaatini, toplumun saadet ve refahının önüne alan; diğerkâmlığı, paylaşmayı, bölüşmeyi ortadan kaldıran; inancın, vicdanın ve sorumluluğunun bilincinde bir akıl yerine, tüm kayıtlardan ve insani duygulardan uzak, menfaatperest ve sorumsuz bir aklı yücelten; hakikat, adalet, iyilik ve dürüstlük gibi temel erdemleri izafi kavramlar haline getiren; dini, geleneği, manevi değerleri ya tamamen reddeden ya da sadece bir rahatlama aracı/günah çıkarma psikolojisine dönüştüren Batı, dünyayı işgaller, katliamlar, işkenceler ve savaşlardan ibaret bir kara parçasına çevirmektedir.

Küresel Emperyalizmin emrindeki bu uygarlık uğradığı her toprak parçasında, her ülkede;

  • Kalabalıklar içinde yalnız yaşayan insanlardan,
  • İnsanlığı iyiye, güzele, adalet ve barışa yöneltecek tüm ahlaki değerlerin çökmesinden,
  • Toplumun temeli olan aile yapısının parçalanmasından,
  • Toplumsal dayanışma ve yardımlaşmanın yerine kişisel menfaat, hırs ve tamahın geçmesinden başka bir şey getirmemiştir.

Dünyayı, hatta evreni kendi mülkü olarak görme anlayışı geçmiş dönemlerde Batı sömürgeciliğinin, köleciliğin, emperyalist yağmaların nedeni olduğu gibi şimdilerde de dünyayı kontrol ve işgal etmeye, küresel araçları ile dilediği gibi sömürmeye koyulmuş Küresel Emperyalizmin kaynağıdır. Küresel Emperyalizm bir yandan askeri, ekonomik, teknolojik üstünlüğü ile tüm dünyayı sömürürken diğer yandan da medya, sanat, reklâm, bilgi ve teknoloji gibi araçları kullanarak tüm insanlığın zihin dünyasını da işgal etmeye çalışıyor.

Türkiye’ye gelince; öncelikle Küresel Emperyalizmin dünya hâkimiyeti politikalarının, Batı’nın geleneksel ‘şark problemi’nin hedefinde Türkiye’nin olduğu artık daha açık bir şekilde görünüyor. Çünkü Türkiye içinde bulunduğu medeniyet havzasının Amiral Gemisi, bölgesinin ve İslam Dünyasının en önemli ülkesidir. Türkiye’mizin üzerindeki baskıların esas nedeni budur. Bundan dolayı özellikle son yıllarda Türkiye ekonomik, siyasal ve kültürel Yıkım Projesine tabi tutulmaya çalışılmaktadır.

Söz konusu yıkım projesi dört koldan yürütülen İfsad Programları ile gerçekleştiriliyor.

Bunun için;

  • Ekonomide; IMF ve Dünya Bankası’nın dışa bağımlı programları ile milletimiz açlığa, yoksulluğa mahkûm ediliyor.
  • Dış Politikada; ABD ve AB ittifakıyla ülkemiz bağımsızlığını kaybediyor, bölge ve ülke parçalanma sürecine sokuluyor.
  • Toplumsal Planda; Uyum programlarıyla manevi yapı tahrip ediliyor – Toplumsal çözülme hızlandırılıyor
  • Küresel Planda; Yeni Dünya Düzeni tüm dünyada haksızlıkları, işgalleri, çifte standartları, küresel yoksulluğu ve adaletsizliği doğuruyor. BOP, Medeniyetler İttifakı, İbrahim Yolu, Dinlerarası Diyalog gibi projelerle ülkemiz küresel güçlerin borazanlığına soyunduruluyor.

ÖNÜMÜZDEKİ 5–10 YILIN SİYASİ TEMASI: KİMLİK KRİZİ

Türkiye’de önümüzdeki 5–10 yılın en önemli siyaset meselesi kimlik krizi olacaktır. 150–200 senedir peşinde olduğumuz, içine girmeye çalıştığımız “Batı Türkiye’yi kimliğinden dolayı hep aşağılayacak ve bu süreçte Türk halkının –ister dindar olsun ister olmasın- çok büyük bir çoğunluğu bir kimlik arayışı içinde olacaktır. Bulunacak kimlik de hiç şüphesiz Müslümanlık kimliği olacaktır.

200 sene önce Batı sanayi devrimini gerçekleştirdi, her alanda atılım yaptı ve Doğu’ya, İslam âlemine ve bu arada bize de dönüp “yenildiniz dedi. Ama direndik. Batı bugün çok daha gelişmiş bir teknolojiyle, çok daha iyi öldüren silahlarla, çok daha fazla öldüren kitlesel silahlarla İslam dünyasına bir kere daha abanıyor. Ama bugün dünya konjonktürü altın tepsi içinde bir fırsat da sunuyor bize. Dünya bugün daha önce hiç olmadığı kadar adaletsiz, büyük bir gelir dağılımı uçurumu var, Afrika’da her sene onbinlerce insan ölüyor. Önümüzdeki 15–20 yıllık projeksiyonlara baktığımızda ekilebilir alanların büyük kısmı zengin Kuzey ülkelerinde olacak ve Afrika’nın, Asya’nın hatta Latin Amerika’nın insanları iyice çölleşen çoraklaşan topraklarda kalacak. Yüksek teknolojiler gelişti, ama bunlardan sadece dünyanın birinci sınıfı yararlanıyor. Görülmemiş bir çifte standart, görülmemiş bir haksızlık, adaletsizlik var. Hatta zengin ülkelerin kendi içlerinde de. Fransa’daki olaylar, New Orleans’taki trajedi...

Birinin çıkıp “kral çıplak demesi lazım...

Bu anlamda altın tepsi içinde bize gelen şey aslında dış konjonktürdür. Dünyadaki gidişattan memnun olan kimse yok. Hatta Amerika’nın içindeki büyük kitleler ve Avrupa’nın içindeki büyük kitleler bile memnun değil. Müslüman dünyasının akıllı, sakin, ayakları yere basan insanları kalkıp “yeniden, özgürlüğü, adaleti ve refahı -sadece Müslümanlar için değil- bütün dünya için, bütün dünyada yeniden tesis etmemiz lazım” dediklerinde o zaman büyük bir küresel gücümüz var demektir. Bu iddiaya sahip çıkmamız lazım. Bütün Türkiye’ye, bütün İslam âlemine, bütün dünyaya…

Bu bölgenin amiral gemisi Türkiye’dir. Müslüman dünyasının, Ortadoğu’nun, Balkanların, Kafkasların, Türk Cumhuriyetlerinin, Doğu ile Batı arasında oluşabilecek bütün karmaşaların, bütün sentezlerin, bütün çatışmaların, bütün rekabetlerin merkez üssü Türkiye’dir. O halde bu planların sahiplerinin çıkarı Türkiye’nin eski gücüne kavuşmamasındadır.

TÜRKİYE BU GÜCE NASIL KAVUŞUR?

Ancak milletinden yana bir hükümet ile…

Milletinden yana bir hükümetin iki temel hedefi olmalıdır.

Birincisi, milleti özgürleştirmek, özgürlük olabildiğince alanlarını genişletmek…

İkincisi, millete, ekonomik pastadan hakkı olan payı vermek, böylece gelir dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırmak ve ülke ekonomisini elitlerin arasındaki bir birikim olmaktan çıkarıp bütün halka, bütün ülkeye yaymak, bölgesel ve yaygın kalkınmayı temin etmek.

Bir hükümet aslında bu ikisini yapıyorsa ancak milletten yana bir hükümet olabilir. Bu ikisi, rengi ne olursa olsun –sağda, solda, muhafazakâr vs.- adı ne olursa olsun, bir hükümete rengini veren bu iki maddedir…

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ

Hiç yorum yok: